Menekşe-1 Sk. No:3/1 Kızılay - Çankaya / Ankara   0312 433 13 28   sehirmedeniyet@gmail.com
<a href=prof_erol_gokadan_gazze_bize_ne_soyledi?_biz_ne_anladik_semineri-detay-277.html><div class='lineh34 Font2 Size28 Kirmizi'>Prof. Erol Göka'dan, Gazze Bize Ne Söyledi? Biz Ne Anladık, semineri</div><div class='Font1 lineh24 Size16 Beyaz Pay6 hidden-xs'>Şehir ve Medeniyet Akademisi seminerlerine 17 Şubat 2024 tarihinde Erol GÖKA konuk oldu</div></a> <a href=dernegimizin_6olagan_genel_kurulu_yapildi-detay-273.html><div class='lineh34 Font2 Size28 Kirmizi'>Derneğimizin 6.Olağan Genel Kurulu Yapıldı</div><div class='Font1 lineh24 Size16 Beyaz Pay6 hidden-xs'></div></a> <a href=prof_dr_ali_bardakoglu
dan_musluman_hayatinda_din_ve_dunya_semineri-detay-262.html><div class='lineh34 Font2 Size28 Kirmizi'>Prof. Dr. Ali Bardakoğlu'ndan Müslüman Hayatında Din ve Dünya semineri</div><div class='Font1 lineh24 Size16 Beyaz Pay6 hidden-xs'>Prof Ali Bardakoğlu, 12 Aralık 2020 tarihinde saat 20:00'de Şehir ve Medeniyet Derneğinin sosyal medya hesapları üzerinden " /> <a href=prof_dr_engin_yildirimdan_uc_tanri_anlayisina_dair_degerlendirme-detay-263.html><div class='lineh34 Font2 Size28 Kirmizi'>Prof. Dr. Engin Yıldırım'dan Üç Tanrı Anlayışına dair değerlendirme</div><div class='Font1 lineh24 Size16 Beyaz Pay6 hidden-xs'>Prof Dr Ergün Yıldırım, 28 Kasım 2020 tarihi, saat 14:00'te Şehir ve Medeniyet Derneği sosyal medya hesapları üzerinden online olarak " /> <a href=prof_dr_mehmet_turkeriden_toplumsal_etik_ve_insan_semineri-detay-264.html><div class='lineh34 Font2 Size28 Kirmizi'>Prof. Dr. Mehmet Türkeri'den Toplumsal Etik ve İnsan semineri</div><div class='Font1 lineh24 Size16 Beyaz Pay6 hidden-xs'>Prof Dr Mehmet Türkeri, 14 Kasım 2020 saat 14:00'te Şehir ve Medeniyet Derneği sosyal medya hesapları üzerinden online olarak " /> <a href=prof_dr_mehmet_barcadan_sosyal_yenilik_ve_medenilesme_semineri-detay-265.html><div class='lineh34 Font2 Size28 Kirmizi'>Prof. Dr. Mehmet Barca'dan Sosyal Yenilik ve Medenileşme semineri</div><div class='Font1 lineh24 Size16 Beyaz Pay6 hidden-xs'>Prof Dr Mehmet Barca, 31 Ekim 2020 saat 14:00'te Şehir ve Medeniyet Derneği sosyal medya hesapları üzerinden online olarak " /> <a href=5_ulke__yazar-detay-268.html><div class='lineh34 Font2 Size28 Kirmizi'>5 Ülke-  Yazar</div><div class='Font1 lineh24 Size16 Beyaz Pay6 hidden-xs'>5 Ülkenin ve 5 Yazarın anlatılacağı programımıza bu hafta Cengiz Aytmatov ve Kırgızistan ile başlıyoruz</div></a> <a href=orta_ogretim_ogrencileri_ve_velileriyle_kahvalti_programi-detay-267.html><div class='lineh34 Font2 Size28 Kirmizi'>Orta öğretim öğrencileri ve velileriyle kahvaltı programı</div><div class='Font1 lineh24 Size16 Beyaz Pay6 hidden-xs'>Orta öğretim öğrencilerimiz ve velileri ile derneğimiz bahçesinde, 11 Ekim 2020 tarihinde, tedbirlere riayet ederek kahvaltı programında buluştuk</div></a>
Dünden Bugüne Yaşanabilir Şehir Özlemi - 14.01.2012
Şehir ve Medeniyet Derneği'nin, 14 Ocak 2012 Cumartesi günü düzenlediği seminerin konuğu Doç. Dr. Hüseyin ÇINAR'dı. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hüseyin Çınar, yaklaşık bir saat süren konuşmasında "Yaşanabilir Bir Şehir" konusunu Avrupa'nın şehre yüklediği anlamdan yola çıkarak, İslam ve Türk şehir geleneğini karşılaştırmalı olarak örnek uygulamalarla ele almıştır.Çınar konuşmasında, Eski Türk geleneğindeki "Balık" isimleri şehirlerden, Hz. Peygamber'le birlikte Müslümanların Mekke'den Yesrib'e hicret ederek, burasını Medine'ye dönüştürdüklerini ve İslam Medeniyeti'nin temellerinin burada atıldığını ifade etmiştir.Medeniyet kavramının da Arapça şehir anlamına gelen "Medine" kelimesinden türediğini ileri sürmüştür. Ayrıca Farabi'nin "Medinetü'l-Fâzıla"sına atıfta bulunarak ideal toplum, ideal şehir, ideal devlet kavramları üzerinden yola çıkarak, Osmanlı döneminde kaleme alınan Kınalızade Ali Çelebi'nin "Ahlak-ı Alâî"si ile bağlantı kurup ve Osmanlı dönemi imaret sitelerinin bir nevi ideal topluma giden yolda üstlendikleri rolü vakıflardan da örnekler vererek izah etmeye çalışmıştır.Batıda şehir-kent kavramını Max Weber'in tanımı ile kale ve garnizonu olan, mahkemesi bulunan ve kendi kendine yeten, belli kuralları olan, ticaret ve zanaatla uğraşan insanların çoğunluğu oluşturduğu yaşam alanları olarak ele alındığını belirtmiştir. Batı'nın şehri, "tarım dışı üretim yapılan yer" olarak tanımladığını ve Weber'in görüşünün sonraki dönemler için belirleyici olduğunu belirtmiştir. Antik Yunan şehirlerinde merkezde agora bulunurken, Roma'da arenanın onun yerini aldığını ve meydanın batı şehir anlayışındaki önemine vurgu yapmıştır. Roma şehirlerinin bir başka özelliğinin de bütün yolların merkeze doğru uzandığını ve birbirini kesen ızgara planlı yatay ve dikey sokaklardan oluştuğunu ifade etmiştir. İslam şehirlerinde ise meydan olgusunun olmadığını, onun yerini şehrin en büyük camisinin genelde adı Ulu Camii olan yapının ve onun müştemilatının aldığını; Caminin merkez konumu etrafında diğer iktisadi ve sosyal yapıların oluştuğunu, Osmanlı dönemine has bir yapı bütünü olan Külliye ya da İmaret sitelerinin de bu yapıların genelinde merkezinde yer aldığını ileri sürmüştür. Genelde İslam özelde İslam şehri denildiğinde, Cuma kılınur ve Pazar durur" yerler olarak tanımlandığını, buna cami, mescid, hamam, medrese, han, çarşı ve mahalle gibi vs. öğelerin de eklenmesiyle İslam şehrinin ortaya çıktığını belirtmiştir. .Osmanlı Medeniyeti ve şehirciliğini tek kelimeyle "Vakıf Medeniyeti" olarak da tanımlanabileceğini belirten Çınar, "Osmanlı döneminde yaşayan bir kişinin muhtemelen şu hizmetleri aldığını ya da böyle bir ortamda hayatını idam ettirdiğini ifade etmiştir: o da, bir kişinin vakıf bir evde ya da hastanede doğduğunu,vakıf bir beşikte büyüdüğünü, vakıf bir mektepte okuduğunu, vakıf bir mektep ya da medresede hocalık yaptığını, vakıf bir akarı işlettiğini ya da orada çalıştığını, sonunda öldüğünde de vakıf bir mezarlığa defnedildiğini belirtmiş, kısaca kişi doğumdan ölüme kadar her an vakıf bir hizmetin içinde yer aldığını ifade etmiştir. Osmanlı döneminde kurulan vakıflara da örnek veren Çınar, sokaklardaki balgam ve tükürüklerin üzerinin külle örtülmesini, darüşşifalarda ya da evlerde hekimlerin hastaları tedavi etmesini, fakir ve fukarayı incitmemek için karanlığın basmasından sonra evlere yiyecek götürülmesini, suları yaz aylarında soğutmak için kurulan kar vakıflarını, köpeklere ekmek verilmesi için kurulan vakıfları ve diğer vakıf hizmetlerini örnek olarak vakfiyelerden yola çıkarak anlatmıştır.İlgi çekici bilgi ve akıcı üslübuyla Doç Dr. Hüseyin ÇINAR, katılımcılarının ilgisini biran olsun aksatmadan dinledikleri güzel bir seminer sunmuştur.
TBMM eski başkanlarından Ferruh BOZBEYLİ, bizimleydi - 07.01.2012
TBMM eski başkanlarından Ferruh BOZBEYLİ, Şehir ve Medeniyet Derneği seminer salonunda “Türkiye'de Demokrasinin Doğuşu ve Gelişimi ” konulu bir seminer verdi. Seminere yoğun bir katılım oldu.. BOZBEYLİ Yassıada günleri, meclis ve darbe dönemlerindeki hatıralarından da örnekler verdiği konuşması ilgiyle takip edildi. BOZBEYLİ konuşmasında özetle şunları söyledi:Anayasanıza demokrasi yazmakla, cumhuriyet yazmakla hemen rejim demokrasi, cumhuriyet olmuyor. Bazı şehirlerde “Atatürk Hatıra Ormanı” tabelasına rastlarız ancak tabelanın arkasına baktığımızda ya hiç ağaç olmadığını yada ağaçların büyümemiş olduğunu görürüz. Yani orman tabelası asınca orman olmuş olmuyor, Bakım, emek gerekiyor. Bunun gibi, “Hakimiyet Kayıtsız şartsız milletin” demekle hakimiyet milletin olmuyor. İnsan haklarının, demokrasinin oturması hemen olmuyor.Osmanlı  Mebussan Meclisi seçimleri Şubat’ta yapılıyor. Meclis açılıyor. 1,5 ay sonra, 19 Mart’da İstanbul işgal ediliyor. 15 Mart 1920′de toplanan Meclis-i Mebussan celsesini başkan; “ayın 18′inde toplanmak üzere kapatıyorum“ diye kapatıyor. 16 Mart 1920 günü İstanbul işgal edilince, milletvekilleri acaba ne yapsak diye telaş içindeler. İşgal altında meclis, nasıl çalışacak diye tereddütleri var. Fakat 18 Mart 1920 günü 26 milletvekili Meclise gidiyor, 26 imza ile “Milletten aldığımız terci-yasama- görevini vicdan rahatlığı içinde çalışacağımız güne kadar Meclis çalışmalarına ara veriyoruz.”diyorlar. Önerge 26 oyla kabul ediliyor. Meclis tatile girmiş oluyor. Osmanlı Mebussan Meclisinin son tutanağı bu.. Ve meclis, 23 Nisan 1920 günü bir ay beş gün sonra Ankara’da toplanıyor. Birinci meclis üyeleri Lozan antlaşmasını tasdik etmeyince ( onay vermeyince),erken seçim kararı alınıyor. Erken seçimde bazı kişiler aday yapılmadı. Meclise Lozan’ı kabul edecek kişiler getirildi.1924 anayasası  devletin şekli cumhuriyet, dini İslam yazıyordu. 1927 de “din-i İslam “maddesi kaldırıldı. 1937 de ise CHP’nin altı oku anayasaya kondu. 1937 değişikliğinde İsmet Paşa ve arkadaşları önerge veriyor. Hiçbir milletvekili konuşmuyor. Anayasa değişikli teklifi, müzakere edilmiyor. Sadece anayasa komisyonunda bir milletvekili. İzmir Milletvekili Halil Bey, Anayasa Komisyonu Başkanı Şemsettin Günaltay’a bir soru soruyor. “Burada devletçilik ve devrimcilik maddeleri var. Bir profesör, öğrencilerine serbest Pazar ekonomisini anlatsa bu kişi anayasaya aykırı faaliyette bulunmaktan suçlanmaz mı? Devrimciyiz diyoruz… Bir koministi, tutuklayıp sorsalar. O da ben sizden daha devrimciyim dese ne olur?”Günaltay cevap veriyor: “Halil bey… Halil bey… İnsanlar; bu devlette aynı şekilde, konuşacaklar, aynı şekilde düşünecekler.” Demokrasiye geçtiğimiz yıllarda bile seçimler açık oy gizli sayımla yapılırdı.  Köylü sıraya girer. Muhtar CHP’nin oy pusulasını dağıtır. Vatandaşlarda dağıtılan CHP pusulalarını sandığa atardı. 1950 seçimlerinde CHP kendine çok güvendiğinden gizli oy açık sayım sistemine geçti. 1950 seçimlerinde seçim kanununa göre bir seçim bölgesinde en fazla oyu alan parti 1 oy bile fazla alsa milletvekillerinin hepsini kazanıyordu. Buna Demokrat Parti karşı çıksa da bu seçim sistemi Demokrat Partiye yaradı. Sonraki 10 yıl boyunca bu kez seçim kanununa CHP karşı çıkarak antidemokratik olduğunu iddia etmesine rağmen bu seferde DP seçim kanununu değiştirmedi.  Bu ülkede Özal döneminde ve Erdoğan döneminde Anadolu insanı yeteneklerini sergileme, söz sahibi olma hakkı elde etti. Diğer dönemlerde jakoben bir tavırla siz düşünmeyin, üretmeyin biz sizin yerinize düşünür, üretiriz mantığı hakimdi. Türkiye’de daha atılacak çok adım var ancak gidişat iyiye doğrudur. İnsanlar kendilerine yarayan şeyleri değil de adilce toplum yararına olan şeyleri savunmalı ve yapmaya çalışmalılar.
Seminere Davet Türkiye’de Muhalefet Geleneği
SEMİNERE DAVET Prof. Dr. Şükrü KARATEPE’nin konuk olacağı "Türkiye’de Muhalefet Geleneği " konulu seminere davetlisiniz. Tarih: 4 Ocak CumartesiSaat: 14:30Yer: Dernek Merkezi ÖZGEÇMİŞ: 1949 yılında Kayseri'de doğdu. İlk ve orta öğrenimini Kayseri'de tamamladı. 1973'de Ankara Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Bir süre serbest avukatlık ve iş müfettişliği yaptı. 1978'de Ege Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü'nde asistanlığa başladı. 1983'de siyaset bilimi doktoru, 1989'da anayasa doçenti oldu. Dokuz Eylül Üniversitesi Kamu Yönetimi Başkanlığını yürüttü. Hak-İş ile MÜSİAD'ın siyasi danışmanlığını yaptı. 27 Mart 1994'de Refah Partisinden Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı seçildi. Evli ve üç çocuk babası olan KARATEPE Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümünde Bölüm Başkanı olarak çalışmaktadır. Araştırma ve Çalışma Alanları: Türk Siyasi Hayatı, Türkiye’de Anayasa Hareketleri, Osmanlı Siyasi Kurumları, Çağdaş Siyasi Rejimler ve İdeolojiler Kitaplarından Bazıları; · Siyasi İdeolojiler, İz Yayıncılık, İstanbul, 2011 · Darbeler, Anayasalar ve Modernleşme, 4. Baskı, İz Yayıncılık, İstanbul, 2009 · Osmanlı Siyasi Kurumları, 4. Baskı, İz Yayıncılık, İstanbul, 2004 · Kendini Kuran Şehir, 2. Baskı, İz Yayıncılık, İstanbul, 2003 · Tek Parti Dönemi, 3. Baskı, İz Yayıncılık, İstanbul, 2001 Demokrasi Savunması, İz Yayıncılık, İstanbul, 1998· İdare Hukuku, 4. Baskı, Üniversite Kitapları, İzmir, 1995· Anayasa Hukukuna Giriş, 3. Baskı, Aydın Yayınevi, İzmir, 1994 · Türk Anayasa Hukukunun Gelişimi, ABAM Yayınları, İzmir, 1988
Seminere Davet Öfke Kardeşliği​; Gezinin Psikolojik Analizi
Tarih: 16 Kasım CumartesiSaat: 14:30Yer: Dernek Merkezi ÖZGEÇMİŞ: Erol Göka, 1959 yılında Denizli'de doğmuştur. 1983’te "Tıp Doktoru" olarak mezun olmuştur. 1989 yılında “Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı”, 1992 yılında “Doçent" oldu. 1998’de Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri Kliniği Şefi oldu. 2010 yılı başında Konya Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim dalı'na "Profesör" olarak atandı. Psikiyatrinin birçok alanında yapılan bilimsel çalışmalarda bulundu. Daha sonra ilgisi, daha çok psikiyatrinin sosyal bilimlerle ve felsefe ile kesişim noktalarında yoğunlaşınca, insanın dinamik özelliklerine ve grup-varlığına olan ilgisi, yazarın psikodinamik yönelimli klinik uygulamalara ve grup psikoterapilerine yöneltmesine sebep oldu. Türkiye Günlüğü ve Türkiye Klinikleri Psikiyatri dergilerinin yayın; birçok tıp ve beşeri bilimler alanındaki derginin danışma kurullarında görev almaktadır. Çok sayıda bilimsel çalışmanın içinde yer almış, bilimsel makale üretmiştir. “Türk Grup Davranışı” kitabı nedeniyle Göka, Türkiye Yazarlar Birliği “2006 yılı Yılın Fikir Adamı Ödülü”ne layık görülmüştür. Erol Göka, 2008 yılında, "ilmi çalışmalarıyla Türk milletinin ufkunu açan eserler ortaya koyması" dolayısıyla, "Ziya Gökalp/ Türk Ocakları İlim ve Teşvik Armağanı"na layık bulunmuştur. Evli üç çocuk babası olan GÖKA, Akil insanlar heyeti İç Anadolu Bölgesi üyesi olarak çalışmıştır. Erol Göka Kitaplarından Bazıları: Aşk Her Şeyi Affederse''Gerçek'' İnsanın Yüzünde Yazar mı?Psikiyatri ve FelsefeFelsefe ile PsikiyatriHayatın İçinde PsikiyatriVaroluşun PsikiyatrisiHayata ve AşkaÖlme - Ölümün ve Geride Kalanların PsikolojisiTürk Grup DavranışıTürklerin PsikolojisiTürk'ün Göçebe RuhuÇocuğunuz Zorbalık Kurbanı Mı?Liderlik ve Dersim SınavıNe Venüslü Ne Marslı, Hepimiz DünyalıyızYenilik Hevesimiz de Muhafazakarlığımız da Göçebe Kültüründen
Milletleşme süreci: Düşmanla karşılaştık ve o biziz!
Ahmet Özcan Türkiye 20. yüzyılını kapatmaya çalışıyor. Kendi soğuk savaşını bitirmeye uğraşıyor. Batının hacir altına almış olduğu devleti bağımsızlaştırıp sahte kamplaşmalarına son vermek, soğuk savaşın vesayetçi düzenini dönüştürmek, ulusal ve bölgesel düzeyde geçmişiyle barışık yeni bir yol çizmek istiyor. Batılılaşmanın hem amaçlarına ulaştığı için hem de batının vereceği bir şey kalmadığı için son demlerini yaşadığı bir süreçte doğulu yanını yeniden keşfediyor... Artık özgün modernleşme modellerinin tartışılacağı bir zemin oluşuyor. Osmanlı’nın çöküş travması karşısındaki refleksi, yani büyük depremde cenin pozisyonu almayı ifade eden Cumhuriyeti doğuran koşullar ortadan kalktıkça, cumhuriyeti kendi imtiyazlarının ebedi bir ideali olarak ezberleyenlerin ezberi bozuluyor. Her yeni durum, eskinin işlevsizleşmesine, hatta giderek ek bir maliyete dönüşmesine yol açıyor. Toplum, bütün aksi zehirlenmelere rağmen giderek kendine dönüyor, kendine, geçmişine, birbirine bakmayı batıya bakmaya tercih eder hale geliyor. Kentleşme, eğitim, sağlık, yol, su, elektrik, bürokrasi gibi eski sorunların bir çoğu bir hatıra olarak geçmişe gömülüyor. Türkiye, tekrar bir başka yeni hale doğru hızla koşuyor. Ama batıya bağımlılık, kendi kimliğini netleştirme, yolunu, yönünü net tarif etme konusunda henüz bir mesafe alınmış değil. Adeta kendiliğinden yüzen bir transatlantik gibi, hatta biraz da ilahi bir elin yardımıyla kendine doğru ilerleyen bir süreç yaşanıyor. Eski hal artık muhal, ama yeni hal de henüz muhayyel. Belki eskinin tasfiyesi veya dönüşümü bitmediği için, yeni’ye dair bir ufuk belirmiş değil. Bunda toplumun kolektif aklı ve irfanını temsil eden entelektüel bir zümrenin eksikliğinin büyük payı var. Aydın sınıfı olarak tanımlanan okuryazar tayfanın Tanzimattan beridir toplumla, devletle ve dünyayı algılamakla ilgili sorunları, topluma ve devlete ufuk çizecek organik fikirlerin yeşermesini önlüyor. Batılı paradigmanın içinden batı eleştirisi yapan doğucu aydınlarla, doğulu eziklik kompleksleriyle çağdaşlaşmayı savunan batıcı aydınların polemiklerinden ibaret bir fikir deposundan, 21. yüzyıla şifa çıkmıyor. Tanzimat aydınları, Navarin bozgunundan sonra içine girilen çöküşü doğuran nedenlere itiraz ediyor, ama o nedenleri doğuran koşulları sorgulamayı da ihmal ediyorlardı. Sadece felsefi değil, ekonomi-politik yorumlama donanımlarındaki eksiklikleri nedeniyle birçok konuda fraktal bir düşünce yapıları vardı. Kendi köklerini ararken Avrupa’nın köklerine kadar gitmişlerdi, kendi hesaplarını Avrupalının zihin haritasında dolaşarak görmeye çalışıyorlardı. Fikir dünyamızın üzerinde yüzdüğü paradigmal deniz, hala bu dramatik çıkmazdan kurtulabilmiş değil. Bu entelektüel acziyetin şüphesiz binbir sebebi var. Ancak, bugün yakın geçmişin yüklerinden arınırken yaşanan Walt Kelly paradoksu, kendimizle ilgili çok ciddi bir muhasebeye ihtiyaç duyduğumuzu gösteriyor; ‘Düşmanla karşılaştık ve o biziz’! Cumhuriyetçi olarak cumhurun güçlenmesinden, demokrat olarak demosun egemenliğinden, ilerici olarak ülkenin en ileri hamleler yapmasından, çağdaş olarak tarihin en kapsamlı çağdaşlaşma projeleri yürütülmesinden,ümmetçi olarak İslam dünyasıyla tekrar buluşulmasından, İslamcı olarak İslami hareketlerle birlikte ortak devrimci dönüşümlere imza atılmasından, Türk milliyetçisi olarak bütün dünyada bayrağı,pasaportu,itibarı ile sözü geçen bir devlete kavuşulmasından,Kürt milliyetçisi olarak Kürtlüğe dair en özgür ve umut verici gelişmeler yaşanılmasından,solcu olarak yakın tarihin en demokratik ve sosyal politikaları hayata geçirilmesinden rahatsız olmamıza baktığımızda, gerçekten çok ciddi bir sorunla yüz yüze olduğumuzu görüyoruz. Hepimizin içine yuva yapmış düşmanlıklar bir hastalığın göstergesi.. Bütün değişim/dönüşüm adımlarına en küçük bir katkı sunmayıp aksine en büyük tepkiyi, direnci ve nefreti sergileyen ideolojik okuryazar tayfasının bütün gücüyle karşıdevrimci saflarda toplanıp adeta ölüm kalım savaşına girdiği bu marazi fotoğrafın bize gösterdiği şudur; Cemil Meriç’in mustağrip aydın dediği zümreler, -ilerici, solcu, sağcı,İslamcı fark etmez-Tanzimat ve Cumhuriyet boyunca süren çöküş katastrofundan zehirlenmiş ve sürekli bu zehri topluma empoze etmekle meşgul olan birer parazit unsurlara dönüşmüş durumdadır. Batılı paradigmanın içinden sorun tespiti ve çözüm reçeteleri ararken, kendimize ait ne varsa tahrip eden, en önemlisi kendimize olan özgüveni yok edecek lafazanlıklarla toplumu zehirleyen bu aydın kuşakları, eskinin tasfiyesi karşısında varlık ve beka kaygısıyla can derdine düşmüş görünmektedir. Ülkemizin en hayati değişim ve dönüşüm süreçlerinin en sıradan ve iddiasız kadrolar eliyle uygulandığı, ama en iddialı ve en çok arzulu bu aydınların ise sürekli muhalefet kibri içinde devlete ve topluma mühendislik yapmaya çalıştığı bir okumuş cahiller barikatıyla karşı karşıyayız. Belki de batının topraklarımıza self kolonizasyon düzenekleri kurup çekilirken emanet ettiği kolonizatörler işte bunlardı. Rahmetli Erdem Beyazıt ‘Hep yarınları bekledi bu insanlar, geldiğini hiçbir zaman fark etmediler’ derken belki de bu şaşkınlıkla hainlik karışımı sözümona seçkinleri kastetmişti. Bu kadar kendi inancının ve iddiasının münafıkı olan başka bir ülke var mıdır, bilmiyoruz. Kendine yabancı Her üniversite mezunu okuryazarı ana babasından başlayıp, giderek şehrine, ülkesine, toplumuna, devletine ve kendi siyasi görüşünün asıl dinamiklerine yabancılaştıran bu paradoksu çözümlemeden geleceği inşa edemeyiz. Çünkü, biz’im, yani bütün din, mezhep, meşrep ve sosyal kümeleriyle hepimizin ortak bir gelecek inşası, ortak bir devlet, millet ve vatan idrakine bağlıdır. Geri kalan her konuda farklı yorum ve öneriler olsa da, en azından birlikte yaşamanın asgari kuram ve kurumları konusunda ortak bir kabule sahip olmamız gerekir. Bu temel ortak algıyı temsil eden ve yeniden üretenler ise entelektüel zümrelerdir. Toplumsal sorunlar ve çözümler, pratik ihtiyaç ve reflekslerle de çözülebilir. Ama bu pratik çözümlere de ilham veren ortak idea, idrak ve ruhun nöbetini münevverler tutar. Gerçek manada özgür ve eleştirel düşünceyi temsil eden münevver, hem bağımsızlığını hem de fikri üretkenliğini organik ilişkilerinden alır. Bu organik zemini ifade eden toplumla, devletle, coğrafyayla ve kendisiyle kavga edip duran aydın tipinin ne özgürlüğünden ne de üretkenliğinden bahsedilemez. Milletleşme süreci Ülkemizin bugün yeniden milletleşme, devletin millet tarafından temellükü, organik bir ekonomi-politik düzen ve atomize olmamış sosyal şahsiyet yaratacak entelektüel bir ufka ihtiyacı vardır. Eski Türkiye’nin sorunları milletin sade, basit ama derin refleksleriyle çözülürken, yeninin inşası için atılacak ilk adım, bu köklü sorunları tartışacak bir entelektüel vasatı oluşturmaktır. Tanzimat ve Cumhuriyet sürecinin travmasını temsil eden Kemalist, solcu, sağcı, milliyetçi, liberal aydın tayfasının zihinleri boş polemiklerle meşgul eden varlığını artık görmezden gelip, alfabeye yeniden başlamak gerekir. Yeni bir devlet inşa etmek, yeniden millet olmak ve insanlık ailesi içinde insanlık değerlerinin uygarlığını temsil edecek ortak ülkümüzü keşfetmek için, bütün ezberleri bozup bütün putları yıkmamız gerekiyor. İşe ‘Biz’den başlamalıyız. Biz’deki bu yenilmişliği kabullenmişlik ve birbirimize kin ve şiddet üreten gerçek düşmandan. Bu düşman, millet varlığımızı tahrip eden kendine düşmanlık duygusudur. Türkçülüğün Türklüğü temsil eden değerlere, Kürtçülüğün Kürtlüğü temsil eden değerlere, İslamcılığın kadim İslami geleneğe, Solculuğun devrimci demokrat ilkelere, liberalliğin demokratikleşmeye, Kemalizmin milli modernleşmeye düşman olması, bir tek şeye işaret eder; Henüz milletleşme meselesini çözememişiz. Çünkü, hipotetik bir kavram olarak Millet, Durkheim sosyolojisinin yapay tanımlarının aksine, din, dil, vatan, devlet birliği değil, ortak bir ‘biz’ duygusudur. Millet kavramını etnik farklılıkların aynılaştırılması veya homojen bir sosyal küme yaratmak olarak algılayan batılı paradigmanın ıskaladığı gerçek, ‘Biz’ duygusunu oluşturan sıradan insanlardaki basit ama derin bağlardır. Bu duyguyu temsil etmesi gereken aydın zümrelerin bizatihi bu duyguyu tahrip ettiği bir toplumun milletleşmesi henüz tamamlanmamış demektir. Belki de bu nedenle, tarihin getirip bu coğrafyada bir araya yığdığı toplumun bütün ulusçu, milliyetçi, tektipleştirici telkine rağmen bu kadar kolay yozlaşması, bu kadar basit nedenlerle bölünmesi ve bu kadar ucuz düşmanlıklara sürekli kurban vermesi mümkün olabilmektedir. Milletle kavga eden sözümona halk öncüleri, devletle kavgalarından aldıkları sözde meşruiyete sığınıp millet olmanın asgari temellerini sürekli deforme etmektedirler. Kendimizi kaybetmişliğin süreklileştirilmesi bu sahte önderlerin sahte kavgaları sayesinde mümkün olabilmektedir. Batı, dışardan düşmanlık yapmasa da, biz bize yetiyoruz. İçimizdeki bu kara deliği yok etmeden, millet olamayız. Olmayan bir milleti tanımlarken önüne veya arkasına ırk veya başka takılar eklemekle meşgul olanların varlığı bile, bu kara deliğin trajik bir göstergesidir sadece. ahmetozcan1@yahoo.com
Seminere Davet Sudan Tecrübesi Işığında Bilmediğimiz Afrika
SEMİNERE DAVET Dr. Enver ARPA'nın konuk olacağı "Sudan Tecrübesi Işığında Bilmediğimiz Afrika" konulu seminere davetlisiniz. Tarih: 02 Kasım CumartesiSaat: 14:30Yer: Dernek Merkezi ÖZGEÇMİŞ: Dr. Enver ARPA 1963 yılında Bingöl'de doğdu. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden 1988 yılında mezun oldu. 1991-1994 yılları arasında Ürdün Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde Tefsir alanında yüksek lisans yaptı. Doktorasını Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakülte-si'nde 2001 yılında tamamladı.1983 yılında öğrenciliğinin yanı sıra Ankara Altındağ Müftülüğü'nde İmam Hatip olarak göreve başladı. 1997 yılında Adalet Bakanlığı Eğitim Dairesi Başkanlığı'na Şube Müdürü olarak atandı ve 2008 yılına kadar bu görevini sürdürdü. 2008 yılında Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansında uzman olarak göreve başladı ve Sudan Program Koordinatör yardımcılığına atandı. 2009 yılında Sudan Program Koordinatörü oldu ve bu görevini 2011 yılına kadar sürdürdü. 2012 yılında TİKA Ortadoğu ve Afrika Dairesi Başkanlığına getirildi ve halen bu görevini sürdürmektedir.Arapça ve İngilizce bilen yazarın telif ve tercüme kitaplarının yanısıra çeşitli dergilerde yayımlanmış farklı konularda makaleleri bulunmaktadır. Yayınlanmış Kitapları 1.İbnTeymiyye'nin Kur'an Anlayışı2. Zemahşerî'nin Tefsirdeki Yeri3. Afrika Satrancında Sudan (Hatıralar ve İzlenimler)4. Kur'an Atlası (Arapça'danTercüme)5. Siyer Atlası (Arapça'danTercüme)